İSLAM İKTİSADI ÇALIŞMALARINDA YÖNTEM ÜZERİNE BAZI MÜLAHAZALAR
Günümüzde İslam iktisadı ve finansından bahseden hemen her araştırmacı, daha çok Kur’an’a bazen de sünnete referansta bulunmaktadır. Bu tür bir yaklaşım, içinde yaşadığımız çağa hâkim olan söylem dikkate alınarak değerlendirildiğinde ilk bakışta doğru gözükmekle beraber, teferruata inildiğinde önemli sorunlar barındırmaktadır. Bu çalışmada ilk olarak kısaca bu sorunlara işaret edildikten sonra İslam iktisadının nasıl ele alınacağına dair bazı hususlar üzerinde durulacaktır. Bunu yaparken, Tahsin Görgün’ün Kur’an’ın ve sünnetin mahiyetine ve anlamına dair yaklaşımı (bkz. Görgün, 2013) çalışmanın teorik çerçevesine zemin teşkil edecek ve İslam iktisadı bu yaklaşım üzerinden değerlendirilecektir.
Bu konuya, Kur’an ve sünnetin Müslümanlar için salt bilgi kaynağı olup olmadığı meselesi üzerinde durmakla başlamak uygun olacaktır. Bu durum, birçok kimse için anlamsız olabilir ama bu satırların yazarı için oldukça anlamlı ve konunun anlaşılması için bir o kadar önemlidir. Genel olarak İslami ilimler, özel olarak İslam iktisadı ve finansı ile ilgili çalışmaların Kur’an ve sünnet vurgusu ve bu vurguların benzer durumları tekrar edegeldikleri dikkate alındığında bunun önemi fark edilecektir. Bu mevzuyu bir soru sorarak ele almak uygun olacaktır: Kur’an ve sünnet ile Müslüman bir bireyin ilişkisi süje-obje ilişkisi midir, yoksa farklı bir ilişki midir? Bu soruya doğru cevap vermek günümüzde karşılaşılan birçok problemin ortaya çıkış nedenini sağlıklı bir şekilde tespit etmek anlamına geleceği için hayati önemi haizdir.
Söz konusu edilen mesele İslam iktisadı olduğundan, daha önce uygulanmış ve belirli bir başarı kazanmış bir sistemden bahsedildiği; bu sistemin beslendiği kaynakların eskiden mevcut olduğu ve aynı şekilde günümüzde de mevcudiyetlerini sürdürdükleri açıktır. Bu durum Kur’an ve sünnetin klasik dönemde kaynaklık değeri ile günümüzde bunlara yüklenen anlam hakkında bazı soruların sorulmasını gerektirmektedir. Yani İslam iktisadının üzerinde inşa edildiği kurucu değerler madem bu iki kaynaktır ve bunlar hâlihazırda da mevcuttur, neden günümüzde İslam ekonomisine dair teorik bir çerçeve ortaya konulamamakta veya konmaya çalışıldığında belirli bir başarı elde edilememektedir? Bu ve yukarıdaki soruların cevabı Kur’an’ın ve sünnetin günümüz İslam iktisatçıları için bilgi kaynağı olmanın ötesinde bir anlam ifade etmemesinde aranmalıdır. Daha açık bir ifadeyle, Kur’an ve sünnet, günümüz İslam iktisadı çalışmalarında birer nesne olarak görülmekte ve kurucu rolleri dikkate alınmadan birer kaynak olarak kendilerine müracaat edilmektedir. Bu durumda İslam toplumunun kurucu unsurları olan bu iki kaynak İslam iktisadına dair araştırmalarda nesneleştirildiklerinden, söz konusu çalışmalarda isabetli sonuçlar elde etme olasılığı da bu oranda azalmaktadır.
Günümüzde İslam iktisadı ile ilgili çalışmalarda verili olan ekonomik modeller veya kavramlar asıl kabul edilmekte ve bunlardan hareketle Kur’an’da ve sünnette var olan malumat değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Hâlbuki İslam iktisadının başarılı bir sistem olarak uygulandığı dönemlerde bunun tam tersi bir durum söz konusuydu: Kur’an’da ve sünnette var olan bilgi asıl kabul edilmekte ve mevcut olan durum buna uydurulmaya çalışılmaktaydı. Bu yaklaşım, klasik dönemde mevcut olanın görmezden gelindiği anlamına gelmemekte, aksine mevcut olan her zaman dikkate alınmaktaydı. Bunu bir misal üzerinden açıklamak daha faydalı olacaktır: İslam iktisadı araştırmalarında ihtiyaç kavramı incelenirken günümüz iktisadına hâkim olan teoriler dikkate alınmakta ve bunlardan elde edilen sonuçlar esas kabul edilerek bunların Kur’an’dan ve sünnetten örnekleri veya karşılıkları aranmaktadır. Bu çerçevede insan ihtiyaçlarının sınırsız, kaynakların ise sınırlılığı esas kabul edilmekte ve buna göre bir teori geliştirilmektedir. Bu tür bir yaklaşım, insanın biyolojik gereksinimlerinin sınırsızlığı varsayımına dayandığı ve insanın sahip olduğu temel psikolojik ve ahlâki özellikleri göz ardı ettiği için insanın bizzat kendisini yok sayan bir özelliğe sahiptir. Bunun da ötesinde günümüz iktisat ilmi her ne kadar insanın ihtiyaçlarını bu şekilde tasvir etse de iktisat ilminin ve iktisadi faaliyetlerin büyük oranda sermayenin kârlılık, büyüme ve rekabet gibi ihtiyaçlarını sağlamak için yapılandırıldığı bilinmektedir. Dolayısıyla temelde Kur’an’ın ve sünnetin inşa etmek istediği insan ve toplum modeline yabancı olan varsayımlardan hareketle bazı kavramların Kur’an ve sünnette aranması, konunun üzerinde incelendiği zeminin bu iki kaynağa oldukça yabancı olması sebebiyle ne bu kaynaklar ile örtüşme ihtimali ne de başarılı olma şansı bulunmaktadır.
Aynı durum mal, fayda, tüketim, kazanç, emek gibi kavramlar için de söz konusudur. Hâlbuki bu kavramların Kur’an’dan ve sünnetten anlamlarını tespit etmek her şeyden önce bunların içerisinde gerçekleştikleri sosyal gerçekliği belirlemeye bağlıdır. Bu da ancak Kur’an’a ve sünnete yüklenen anlamın bunların bilgi kaynağı olmalarının ötesinde farklı bir mahiyete sahip olduklarını tespit etmeye bağlıdır.
Burada İslam toplumu içerisinde ortaya çıkmış olan klasik teorilerin (mezheplerin) görmezden gelinerek hatta bunlardan hiç haberdar olunmadan bu gibi konuların ele alınmasının ne kadar mahzurlu olduğunu söylemeye gerek olmadığı açıktır. Zira sözü edilen mal, kazanç, fayda gibi kavramların manalarının, bunların sadece sözlük anlamlarından hareketle tespit edilmesi hâlinde bunun önemli yanlışlıklara yol açacağı bariz bir şekilde ortadayken, bu tür kavramların içinde varlık buldukları sosyal realitenin dikkate alınmaması bu problemi bir kat daha artırmaktadır. Klasik usulden hareketle ifade etmek gerekirse Kur’an’da ve sünnette bulunan kelimelerin lugavi, şer‘i ve örfi olmak üzere üç anlam düzeyinin olduğu; modern İslam iktisadına dair çalışmalarda yapılan en önemli hatanın bu üç anlamın dışında yeni bir anlama şekli ile -modern iktisadın bu kavramlara yüklediği anlamkonuya yaklaşmak olduğu söylenebilir. Durum böyle olunca, lafız olarak Kur’an’da ve sünnette mevcut olan kavramlar (sesteş kavramlar) ile aynı, ancak anlam ve mahiyet itibarıyla tamamen farklı olan bazı kavramlardan hareketle oluşturulan bir ekonomik model ortaya çıkmaktadır ki bu, günümüz İslam iktisadı araştırmalarının temel metodolojik problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun temel nedeni, Kur’an’da ve sünnette yer alan kavramların sadece lugavi anlamlarının göz önünde bulundurularak (bunun da doğru bir şekilde yapıldığını söylemek her zaman mümkün değildir) şer‘i ve örfi manalarının dikkate alınmamasıdır. Bu durum, kavramlara ruh kazandıran/ varlık veren sosyal yapının görmezden gelinmesini doğurmaktadır ki böyle bir yaklaşım sonucunda elde edilen verilerin İslam iktisadı olarak isimlendirilmesi oldukça zor olacaktır.
Bu aynı zamanda günümüz İslam iktisadı ile ilgili çalışmalara zemin teşkil eden kavramların tamamı için söz konusu edilecek bir problemdir. Her ne kadar bazı araştırmalarda günümüz ekonomilerinde mevcut olan kavramların benzerlerinin Kur’an ve sünnette de bulunması sebebiyle bunların lugavi anlamlarına dair bazı tespitler yapılsa da şer‘i ve örfi hakikatlerinin ortaya konduğunu söylemek oldukça güçtür. Çünkü bunların belirlenebilmesi, öncelikli olarak bu tür kavramların içinde doğduğu sosyal gerçekliğin bulunması ile yakından alakalıdır. Çok nadir olmakla birlikte günümüz İslam iktisadına dair çalışmaların bir kısmının şer‘i hakikati tespit etmeye çalıştığını söylemek mümkün olmakla beraber örfi hakikatten oldukça uzak olunması sebebiyle İslam iktisadına dair temel kavramların anlamlarının yerli yerince ortaya konulamadığı görülür. Sonuç olarak günümüzde yapılan, Kur’an’dan ve sünnetten hareketle mevcut iktisadi sistemin sunduğu kavramları ve meseleleri incelemekten ziyade, var olan iktisadi sistemin dayattığı kavramların ve sorunların Kur’an’da aranarak bulunması şeklindedir.
Bu tür bir yaklaşımın temel sebeplerinin başında, yukarıda da ifade edildiği üzere Kur’an’ın ve sünnetin bilgi kaynağı olarak kabul edilmesi gelmektedir. Bu durum, modern dönemde geçmişten tamamen farklı bir bakış açısının olduğunu göstermektedir. Zira İslam ekonomisinin bir sistem olarak uygulandığı klasik dönemde amel merkeze alınarak Kur’an’a ve sünnete yaklaşılmaktaydı ve bu yaklaşım, dönüştürücü bir fonksiyon icra ediyordu. Nitekim günümüz ile klasik dönem mukayese edildiğinde, bu bakış açısının, iki dönem arasındaki en temel farkı teşkil ettiği görülür. Bu nedenle Müslümanlara yönelen şer‘i hitap amele dönüşmeyip bir bilgi kaynağı olarak kaldığı sürece günümüzde ileri sürülen teorilerin İslam ekonomisi olduğunu söylemek oldukça zorlaşacaktır. Bu durumun aşılabilmesi için, Kur’an’ın ve sünnetin salt bir bilgi kaynağından ziyade bir varlık kaynağı olarak görülmesi gerekir.
Buradan hareketle, Kur’an’ın diğer alanlarda olduğu gibi ekonomi alanında da etkisinin görülebilmesi için her şeyden önce nesneleştirmenin ötesinde bir yaklaşımla ele alınması ve Müslüman toplumun varlık nedeni olarak görülmesinin icap ettiğini söylemek gerekir. Bunun toplumsal hayatta uygulanabilirliğinin sağlanması için de sünnetin yani Hz. Peygamber (s.a.v)’in kurucu rolünün göz ardı edilmemesi gerekir. Bu da ancak Hz. Peygamber (s.a.v)’e tabi olmakla mümkün olacaktır ki bu, İslam toplumunun inşa edici ilkesidir. Dolayısıyla Kur’an ve sünnet birbirinden ayrılmadıkları gibi biri olmadan ötekinin fonksiyonunu icra edemeyeceği de açıkça görülmüş olmaktadır (Görgün, 2013: 209-235). Bu nedenle günümüzde İslam iktisadı ve finansı ile ilgili teoriler üzerinde çalışanlar özellikle Kur’an üzerinde durduklarından ve Kur’an’da geçen bazı prensiplerden hareketle çeşitli varsayımlar ileri sürdüklerinden, dolayısıyla sünnetin inşa edici karakterini göz önünde bulundurmadıklarından başarılı olma şansları yoktur. Buna ilave olarak, Kur’an İslam toplumunun varlık nedeni, Hz. Peygamber (s.a.v)’e ittiba da bu toplumun inşa edici ilkesi olarak görülmedikçe bu iki kaynaktan beslenme iddiasında olan ve bunlar üzerine kurulmaya çalışılan iktisadi bir sistemin İslam iktisadı olarak isimlendirilmesi mümkün değildir.
Kur’an’ın ve sünnetin İslam toplumu ve ilimleri açısından konumunu bu şekilde tespit ettikten sonra bir ilim olarak iktisat için nasıl bir yöntem takip edileceği meselesine gelmiş bulunuyoruz. Burada öncelikli olarak İslam toplumunda ilimlerin ne tür bir anlama sahip olduğu; iktisat ilminin diğer ilimlerle ilişkisi ve kendi başına ne anlam ifade ettiği üzerinde durmak uygun olacaktır. Dil ilimlerinden hadise, tarihten tefsire, fıkıhtan akaide tarih içerisinde ortaya çıkmış değişik ilim dallarının, İslam toplumunun varlığını sürdürmekte müracaat ettikleri yöntemler olduğunu söylemek mümkündür (Görgün, 2013: 228). İktisat da İslam toplumunun karşılaştığı ekonomik meseleleri halletmek için müracaat edilen ve yukarıda çerçevesi çizilen yöntem dâhilinde sorunları çözmeye çalışan bir ilimdir. Bu nedenle diğer ilimler gibi bir hüviyete sahiptir. Böyle olunca, iktisat ilmi de diğerlerinde olduğu gibi belirli öncülleri olan (bu öncüller İslam toplumunun sünnete tabi olmasıyla ortaya çıkan ilkelerdir) bir ilim olarak karşımıza çıkar. Bu nedenle, İslam medeniyetine özgün yönleri olan bir iktisat düşüncesinden bahsetmek mümkündür. Ancak bu, her şeyi ile farklı olan bir ilim anlamına gelmediği gibi özgünlüğü sünnete ittiba ve başka sistemlerden farklı olan özelliklerinde yatan bir disiplini ifade etmektedir.
İslam iktisadının, bütün kurumları ve kavramlarıyla farklı bir iktisadi sistem anlamına gelmeyeceği açıktır. Eğer insanlar değişik türlerden ticari ilişkiler sürdürüyorlarsa bunların doğası gereği bu tür faaliyetler bütün coğrafyalarda ve dönemlerde büyük oranda benzer şekillerde yapıldığı için icra ettikleri fonksiyonlar itibarıyla bir farklılıktan söz etmek doğru değildir. İktisadi sistemleri birbirinden ayıran özellikler de bu konulardan ziyade sahip oldukları farklılıklardır. Bu nedenle, İslam iktisadını diğer sistemlerden ayıran temel özellikler aynı zamanda İslam iktisadının özgün yönlerini teşkil etmektedir. Başka bir ifade ile İslam iktisadını özgün kılan, başka iktisadi sistemlerden ayrıştığı noktalardır. Mesela faizin olmadığı bir ekonomik sistem önermesi bu hususların başında gelir. Aynı şekilde akitlerde belirsizliğin akdin oluşumuna olan olumsuz etkisi yine bu çerçevede zikredilebilir. Dolayısıyla başka iktisadi sistemler ile benzeşen yönlerine rağmen ilham aldığı kaynaklar dikkate alındığında, sahip olduğu farklılıklar özgün bir İslam iktisadından söz etmeyi mümkün kılmaktadır. Bu durum bizi günümüz İslam iktisadı çalışmalarına hâkim olan bazı angajmanlar sorunuyla karşı karşıya getirmektedir.
Günümüzde İslam iktisadı ve finansı ile ilgili çalışmalarda üzerinde en çok durulan veya sıklıkla dile getirilen kavramların başında makâsıd ve maslahat gibi fıkıhtan ödünç alınmış kavramlar gelmektedir. Söz konusu çalışmaların kahir ekseriyetinde bu kavramların yerli yerinde kullanıldığını söylemek mümkün olmadığı gibi bunlara yüklenen anlamlar sonucunda varılan neticelerin de isabetsiz olduğunu ifade etmek gerekir. Klasik dönem ile mukayese edildiğinde, günümüzde bu kavramların daha fazla kullanılmasının temelinde, İslam medeniyetinin ortaya koyduğu teorik ve ameli bir sistemin parçası olan İslam iktisadının zorunlu olarak bağlı olması gereken kökleri ile alakasının rahat bir şekilde koparılmasına zemin hazırlamalarıdır. Başka bir ifadeyle modern dönemde üzerinde çokça durulan bu tür kavramlar, iktisat ilmiyle ilgilenen uzmanların klasik dönemde ortaya konmuş metotlara bağlı kalmadan serbest bir şekilde fikir yürütmelerine olanak sağlamaktadır. Özellikle bu kavramların fıkıh usûlü ilminde sahip oldukları anlamın mahiyetiyle ilgili bir fikri olmayan ve daha çok ikincil kaynaklardan edinilen bilgilerden hareketle bunları kullanan araştırmacıların neredeyse tamamının düştüğü bir hatadır bu.
Burada kavramın günümüzde uğradığı anlam kaymasına örnek teşkil etmesi bakımından klasik düşünürlerin maslahat kavramına -makâsıdı da içine alacak şekildenasıl bir anlam yüklediklerine kısaca değinip, bu konudaki geniş tartışmayı başka bir yere bırakmakla iktifa edeceğiz. Gazzâlî (v. 505/1111) maslahatı tanımlarken önce onun sözlük anlamına değinmiş ve maslahatı bir menfaatin elde edilmesi ve bir zararın engellenmesi olarak tanımlamıştır. Ancak hemen akabinde bu tür bir maslahatın fıkıh alanındaki maslahatı ifade etmediğini, çünkü bunun kulların maksatları açısından yapılmış bir tanım olduğunu belirtmiştir. Daha sonra maslahatın, şeriatın maksatlarını muhafaza anlamına geldiğini belirtmiştir. Şeriatın maksatları ise insanların din, can, akıl, nesil ve mallarının muhafaza edilmesidir (el-Gazzâlî, 1413: 481-482). Bu örnekte görüldüğü üzere maslahat ve buna bağlı olarak makâsıd kavramlarının İslam iktisadının canlı bir şekilde uygulama alanı bulduğu klasik dönemdeki anlamları ile günümüzde ifade ettikleri manalar birbirinden oldukça farklıdır: Birinde maslahat şeriatın maksatları, diğerinde insanların maslahatları olarak algılanmaktadır.
Gazzâlî’nin de işaret ettiği üzere, maslahatın insanlardan bir kötülüğü kaldırıp bir menfaat elde etmelerini sağlayacak bir kavram olarak kullanılması, olsa olsa sözlük anlamı olup, dinî ilimler söz konusu olduğunda referans alınacak bir çerçeve sunmamaktadır. Bu nedenle, fıkıh ilminde maslahattan bahsedilirken bu anlam kastedilmez. Aşağıda açıklanacağı üzere, fıkhın bir alt dalı olan iktisat ilminde maslahattan bahsedilecekse sözlük anlamından hareketle bir maslahat tanımı yapılmamalı, klasik teorinin çizmiş olduğu çerçeveye bağlı kalınmalıdır. Aksi takdirde yanlış bir öncülden hareket edileceği için ulaşılacak netice de yanlış olacaktır. Yukarıda da ifade edildiği üzere kavramların sahip olduğu şer‘i ve örfi anlamlar esas alınmadan sadece lugavi anlamlardan hareketle bazı meselelerin ele alınması, İslam düşüncesinde ve buna bağlı olarak değişik disiplinlerde önemli problemlerin doğmasına yol açmaktadır. Bu durum, günümüz İslam iktisadı ve finans çalışmalarının büyük bir kısmının karşı karşıya bulunduğu önemli sorunlardan biridir.
Kavramlara yüklenen yanlış anlama ilave olarak yapılan metodolojik hatalar konuyu oldukça girift bir hâle getirmektedir. Şöyle ki, iktisadi uygulamalar ve bankacılık ile ilgili akademik ve profesyonel çalışmalarda görmezden gelinen önemli hususlardan biri bu konuda bir yöntemin takip edilmesinin gerekliliğinin üzerinde durulmamasıdır. Nasıl ki günümüzde gerek sosyal bilimler, gerekse fen bilimlerinde akademik bir çalışma yapılırken konu ile ilgili teorik bir çerçeve sunan yaklaşımlar takip ediliyorsa, İslami ilimler söz konusu olduğunda da benzer bir durumun olduğu gözden kaçırılmaktadır. Günümüz İslam çalışmalarında olduğu gibi İslam iktisadı ile ilgili mevzularda da yöntemsiz yaklaşımlar ve bunlar üzerine geliştirilen teoriler bir müddet sonra yerleşik kural hâlini alarak asıl mevzunun görülmesinin veya doğru yaklaşımın ortaya konmasının önündeki en büyük engel hâline gelmektedir. Dolayısıyla İslam iktisadından söz edilecekse, bu disiplinin bağlı olduğu temel sabitelerden ve bir metodolojinin takip edilmesi gereken bir ilimden söz ediyoruz demektir. Bu nedenle, İslam iktisadına dair çalışmalar belirli bir metodoloji takip etmediği ve meseleler belirli bir sistem dâhilinde ele alınmadığı sürece ne kayda değer bir mesafe katedilebilir, ne de İslam iktisadı önemli bir potansiyel taşımasına rağmen günümüzde kendi başına varlığı olan bir iktisadi sistem olabilir.
Peki, bu nasıl mümkün olacaktır? Bu sorunun cevaplanması, İslam iktisadının İslam dünyasının sömürgeleştirildiği döneme kadar oynadığı rolün tespit edilmesine bağlıdır. Başka bir ifadeyle, İslam dünyası Batı’nın hegemonik istilasına uğrayıncaya kadar kendi iktisadi sistemini kurmuş ve bu iktisadi sistem dünyanın en önemli iktisadi faaliyetlerinin olduğu bir bölgede başarı ile uygulanmıştır. Bu durum bize İslam iktisadının uygulanabilmesinin veya ileri sürdüğü iktisadi ilkelerin uygulanmasının muhal olmadığını, aksine mümkün olduğunu ve bu mümkün olanın tarihte önemli bir başarı kaydettiğini göstermektedir. Dolayısıyla, günümüzde İslam iktisadından ve finansından bahsedenlerin, maslahat ve makâsıd gibi kavramlardan ziyade, ekonomik bir sistem olarak tarihte uygulanmış ve önemli başarılar elde etmiş olan İslam iktisadının sahip olduğu dinamikleri/ilkeleri tespit etmeleri ve bunlardan hareketle teoriler geliştirmeleri gerekmektedir. Bunun dışındaki yaklaşımların başarılı olma ihtimali yoktur.
Bazı iktisat tarihçilerinin yapmış oldukları araştırmalar, İslam iktisadının bir sistem olarak başarı ile uygulandığını ortaya koymaktadır. Bu tür çalışmaların da ötesinde uzun asırlar boyunca ve değişik coğrafyalarda varlıklarını sürdüren Müslümanların ticari faaliyetler sürdürmediğini düşünmek herhalde mümkün değildir. Arşivlerin bize sunduğu imkânlar dikkate alındığında, Müslümanların ekonomik faaliyetlerinin kıtalar arası olduğu ve bunları başarı ile yürüttükleri görülmektedir. Dolayısıyla günümüzde İslam ekonomisine dair çalışmalarda ilk olarak yapılması gereken, geçmişte uygulanan sistemin öncelikle ortaya konması ve Müslümanların uygulamış olduğu ekonomik sistemin başarısını sağlayan faktörlerin tespit edilmesidir. Bu konu oldukça uzun olmasına rağmen burada kısaca bu başarıyı sağlayan daha doğrusu bu başarının sağlanmasına zemin hazırlayan bazı hususlara işaret ederek konuyu bitirmek uygun olacaktır.
Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu birkaç yüzyıl uygulamış olduğu iktisadi politikalarla ayakta kalmayı başarmış ve bu durum 19. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu yüzyılda Osmanlı’nın bağlı olduğu klasik yaklaşım değişmeye başlamış ve bu değişim zamanla çözülmeyi de beraberinde getirmiştir. Ünlü Osmanlı iktisat tarihçisi Mehmet Genç’in üçlü koordinat olarak ifade ettiği provizyonizm, fiskalizm ve tradisyonalizm, geniş kıtalara yayılmış olan Osmanlı’nın iktisadi dünya görüşünün ilkelerini oluşturmaktaydı (Genç, 2000: 43-52). Osmanlı iktisadının ana ilkelerinin beslendiği en temel kaynak da hiç şüphesiz İslam dinidir. Bu bağlamda özellikle yukarıda teorik çerçevesi verilen dinin temel kaynaklarına bağlılık Osmanlı’da tradisyonalizm olarak açığa çıkmaktadır. Osmanlı iktisadi yapısı uzun bir müddet buna bağlı kalmış ve bununla önemli başarılar elde etmiştir. Ancak bu durum 19. yüzyılda değişmeye başlamıştır. Bu değişimi kadim kavramı üzerinden izlemek mümkündür. Bu yüzyıla kadar kadim, evvelini kimsenin hatırlamadığı bir kavramken, bu yüzyıldan itibaren kimsenin bilmediği, eskimiş, modası geçmiş şey anlamında kullanılmaya başlanmıştır (Genç, 2000: 92). Bu durum kavramın lugavi hakikat düzeyine indirgenerek algılanmaya başlandığını göstermektedir. Ancak buraya kadar ciddi bir problem yok gibi gözükse de bu bakış açısı zihniyet değişikliğinin önemli bir göstergesidir.
Burada kadim olanın örf ile ilişkisi, bir yandan hukuki bir hüviyet ifade etmekte, öte yandan ittiba ile uygulanagelen gelenek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ticari ahlâk ve refleksleri belirleyen kadim değerler İslam toplumunun kurucu ilkelerine tekabül etmektedir. Buna karşılık 19. yüzyılda kadim olanın olumsuz bir anlam ifade etmesi sebebi ile cedid olanın öne çıkarılması, bu kurucu ilkelerin toplumsal yapıya yön verme fonksiyonunun değiştiğine işaret etmektedir. Böyle olunca evvelini kimsenin hatırlamadığı kadimden sözlük anlamı itibarıyla eskimiş kadime geçildi. Başka bir ifade ile, kadim olan önceden tayin edici bir yere sahipken, bu yüzyıldan itibaren sözlük anlamına bakılan bir kelime hâline gelmiştir. Bu durum, günümüz İslam ekonomisi çalışmalarının büyük bir kısmında bazı kavramların sözlük anlamına bakılarak bunlardan çeşitli sonuçlar çıkarılmasıyla büyük benzerlikler taşımaktadır.
İslam ilim geleneğinde maliye, vergi ve iktisat ile ilgili müstakil çalışmalar kaleme alınmakla beraber, özellikle iktisadın ilgilendiği mevzular büyük oranda fıkıh ilmi içerisinde ele alınmaktaydı. Fıkıh ilmi, sahip olduğu özellikler itibarıyla Müslümanlara ait bir ilimdir ve iktisadın İslam toplumunda başarılı bir şekilde uygulanmasının önemli saiklerindendir. Dolayısıyla günümüzde her ne kadar İslam iktisadı çalışan bazı araştırmacılar fıkhi bakış açısını eleştirseler de İslam iktisadının bir disiplin olarak ele alınacağı teorik çerçeve fıkıh olmaksızın mümkün değildir. Başka bir ifadeyle, günümüzde tarihte başarılı bir şekilde uygulanmış olan İslam iktisadının yeniden ele alınması ve bir sistem olarak uygulanması ancak fıkıh ilminin sunmuş olduğu teorik çerçevenin imkânlarından yararlanılmasına bağlıdır. Ancak bu tek başına yeterli değildir: Bu teorik çerçeveyi müşahhas hâle getirecek tarihsel uygulamalar da İslam iktisadı çalışmalarına büyük oranda yol gösterecektir. Netice olarak İslam iktisadının bir disiplin olarak içinde geliştiği ve referans çerçevesini bulduğu fıkıh kaynaklarındaki yaklaşımın öncelikli olarak doğru tespit edilmesi, ardından tarihsel tecrübenin dikkate alınması gerekir. Özellikle günümüzde yapılan İslam iktisadı çalışmalarında ihmal edilen tarihî tecrübe, bize bugün başarılı olmak için önemli ipuçları verecektir.
Kaynakça
el-Gazzâlî, Ebû Hâmid. (1413). el-Mustasfâ min ‘ilmi’l-usûl (C. II, nşr. Hamza
b. Züheyr Hâfız). Medine: Şerîketü Medîneti’l-Münevvere.
Genç, M. (2000). Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Görgün, T. (2013). İlâhî Sözün Gücü, Varlık ve Bilgi Kaynağı olarak Kur’ân. İstanbul: Külliyat Yayınları.
* Bu yazı daha önce Islam Iktisadını Yeniden Düşünmek kitabında yayımlanmıştır.