01 March 2021

Küresel Kriz Ulusal Sorumluluk Coronavirüs’ün Ekonomi Politiği

Covid-19 olarak isimlendirilen bir virüsün birkaç ay içerisinde küresel bir salgına dönüştüğü günlerden geçiyoruz. Küresel olarak hastalığa yakalanan insan sayısı iki milyona yaklaşırken ekonomik olarak da sorunlar artan hızda büyümeye devam ediyor. Salgın Çin Halk Cumhuriyeti’nde başladığında, iktisadi bağlamda, özellikle arz zincirinin bozulması gündeme geldi ve bunun küresel ekonomiyi nasıl etkileyeceği sıkça tartışıldı. Tüm dünyaya ara veya son mal şeklinde tedarik sağlayan Çin’deki fabrikaların izolasyon politikaları nedeniyle kapanması, diğer ülkelerde de üretimde ve satışta kesintilere yol açtı. Ortaya konan ilk analizlerde bu salgının küresel ekonomide yarım puanlık (% 0,5) bir düşüşe neden olacağı öngörüldü. Ancak salgının Çin’i aşması ve hatta bugün altı yüz bin hasta sayısıyla yeni salgın merkezinin Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ne dönüşmesi, ekonomik sorunların daha da büyümesine ve öngörülerin de kötüleşmesine yol açtı.

 

Bu salgının piyasalar üzerindeki etkisini makro ve mikro olarak ele almakta yarar var. Makro düzeyde, üretim ve ticarette yaşanacak gelişmeler; mikro düzeyde istihdam ve tüketici davranışları öne çıkıyor. İçinde bulunulan durum bu açılardan ele alınmalıdır. Bununla birlikte, sadece mevcut durumdan bahsetmek yeterli değil. Ayrıca salgın sonrası küresel ekonomiyi nelerin beklediği de tartışılmalıdır. 



Salgın Ekonomik Tahminleri ve Beklentileri Değiştirdi

2008’de ABD’de baş gösteren finansal krizin diğer ülkelere etki etmesiyle yaşanan ekonomik sorunların giderek azaldığı, Çin ve ABD arasındaki ticaret savaşında bir nebze anlaşmaya doğru gidildiği bir iklimde 2019 yılı tamamlanmıştı. Amerikan Merkez Bankası FED, kademeli olarak faiz oranlarında artışa giderek piyasalarda düzelmenin sinyallerini vermekteydi. Ancak bu gelişmelere ve uygulanan politikalara rağmen piyasalardaki durgunluk devam etmekteydi. 2019 yılında küresel çıktıda % 2,9’luk zayıf bir büyüme gerçekleşmiş, 2020 için de % 2,4 gibi düşük bir büyüme oranı beklenmekteydi. Güçlü olmasa da ekonomik göstergelerde bir düzelmenin gerçekleşeceği tahmin edilirken, yaşadığımız salgın, tabiri caizse her şeyi alt üst etmiş oldu.


 OECD’nin veya diğer uluslararası finansal kuruluşların son dönemde yaptıkları tahminlerde, küresel çıktının ilk çeyrekte % 7-8 oranında azalacağı, yılsonunda ise içerisinden geçtiğimiz izolasyonun süresine göre % 2 ila % 4 arasında bir daralmanın ekonomileri beklediği öngörülmekte. Aşağıda yer alan tabloda seçili ülkelerde ve ülke topluluklarında meydana gelmiş gayri safi yurtiçi hasıla baz alınarak gerçekleşmiş büyüme oranları 2014-2018 yılları için ortalama olarak görmekteyiz. Ayrıca yine tabloda söz konusu ülkeler ve topluluklar için 2018, 2019 yılları için gerçekleşmiş; 2020, 2021 yılları için ise gerçekleşmesi beklenen büyüme rakamları mevcut. Gelişmekte olan ülkelerde büyümenin devam etmesinin beklenmesi, gelişmiş ülkelerde ise küçülmenin olacağı tahmini ilgili çekici bir nokta olarak karşımıza çıkıyor.



Krizin Makroekonomik Etkileri

Makro düzeyde, yaşanan bu kriz, kuşkusuz ilk olarak turizm ve havacılık sektörlerini vurmuş durumda. Birçok ülkede uygulanan uçuş yasakları nedeniyle kargo uçakları haricinde neredeyse tüm havacılık sektöründe faaliyetler askıya alındı. Hava trafiğinin durmuş olması, önümüzdeki günlerde havacılık ve turizm sektörlerinde ciddi iflasların ve işten çıkarmaların gerçekleşeceğini öngörmek maalesef zor değil. Ülkeler arası ticari faaliyetlerin azalması, üretimin olmaması ya da talep yetersizliği nedeniyle birçok sektörde ciddi gelir kayıpları meydana geliyor ve durumun devam etmesi bekleniyor. Otomotiv ve tekstil sektörlerini de bu bağlamda örnek olarak verilebilir.


2020 Krizi iktisat tarihinde, arz ve talep krizinin eş zamanlı olarak ekonomileri nasıl etkilediği ve bu esnada uygulanan politika başarıları ve yanlışları ile anılacaktır. Krizlerin ortaya çıkışının talep yanlı veya arz yanlı olması farklı politika teorilerinin oluşturulmasına yol açmıştır. Ancak 2020 Krizi, küresel durgunluğun yaşandığı bir dönemde, hem arz hem talep tarafında kesintilere yol açarak piyasaları derinden sarstı. Öyle ki, petrol fiyatlarında talebin azalmasıyla yaşanan fiyat düşüşü, Suudi Arabistan’ın üretimi artırma kararıyla daha da hızlandı. Yazının yazıldığı bu günlerde OPEC+ ülkeleri üretimde azalmaya gitseler de fiyatlardaki aşağı yönlü talep baskısı devam edecek. Petrol üreten ülkelerin mali yapılarındaki bozulmalar ve bu sektörde çalışanların işten çıkarılma riski ekonomik krizin kötüleşmesine yol açacaktır.


Ekonomik faaliyetlerdeki durgunluğun emek sektörüne etkisi eş zamanlı hissedilmeye başlandı. İşten çıkarmalar, başta gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere tüm dünyadaki işsizlik rakamlarını artırmaya devam ediyor. Rakamlar, ABD’de zirve yaparak ı 10 milyon kişiye ya da bir başka deyişle %10 oranına çıktı. Benzer şekilde, ülkemizde henüz kesin rakamlar ile etkisi görülemese de getirilen kısıtlamalarla ilk planda dört yüz elli bin kişinin işine devam edemediği düşünülüyor. İlerleyen günlerde krizin süresi uzadıkça Türkiye’de de işten çıkarmaların artması söz konusu. Makroekonomik anlamda, özellikle gelişmekte olan ülkeler için önemli bir risk de finansal sektörde yaşanan güven kaybı oldu. Özel ve kamu kesimlerinin borçluluk oranları yüksek olan gelişmekte olan ülkelerde, şirket iflasları ve borçların geri ödenememe riskleri, ciddi güven kayıplarına yol açıyor. Ayrıca, krizin derinleşeceği beklentisi borsalarda da azımsanmayacak büyüklükte kayıplara sebep oluyor ve yatırımcıların likit iştahını kabartıyor. Mart ayında, gelişmekte olan piyasalardan 83,3 milyar dolar sermaye çıkışı yaşanması bunun önemli bir göstergesi. Benzer şekilde, Merkez Bankamızdaki yabancı para rezervleri, Şubat ayında brüt 77,5 milyar dolar iken, Nisan başında açıklanan verilere göre bu miktar 58,2 milyar dolara geriledi. Borç ödemeleri gibi beklenen harcama kalemleri için döviz çıkışının devam etmesine rağmen, başta turizm sektörünün sağladığı gelir olmak üzere dış gelirlerde yaşanan düşme ve bunun da ötesinde hızlı sermaye çıkışları döviz rezervlerini kısa bir sürede azaldı.


Ekonomik faaliyetlerde ortaya çıkan bu sert duruş nedeniyle birçok hükümet art arda büyük miktarlarda teşvik paketleri açıkladılar. Örneğin, ABD toplam milli gelirinin yüzde 10’una, Almanya ve İngiltere ise yüzde 5’ine denk gelen büyüklüklerde teşvik uygulamalarıyla ekonomik durgunluğun önüne geçmeye çalışıyorlar. Diğer taraftan, FED ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) piyasadan tahvil alımları yaparak 2 trilyon dolar ve 750 milyar Euro değerindeki nakit parayı piyasaya süreceklerini ilan ettiler. Aynı şekilde Uluslararası Para Fonu (IMF), üye ülkelere bu süreçte daha önce uyguladığı politika reformlarına dayalı kredi verme uygulamasından farklı olarak daha doğrudan kredi imkânı sağlayacağını ilan etti. 


Ülkemizde de Cumhurbaşkanlığı tarafından kademeli olarak ilan edilen desteklerde ise, özellikle; firmaların nakit akışları, istihdamda süreklilik ve sosyal desteklerin öne çıktığı görülüyor. Krizin kendine has doğası uzun bir süredir yaşamadığımız düzeyde devletlerin hem mali hem de parasal olarak piyasalara müdahalesine ve nakit akışı sağlamalarına neden oluyor.



Düşük Gelir Grupları ve Sektörel Bazda Firmalar Etkilenecek 

Mikro düzeyde krizin gidişatına baktığımızda ise hane halkı açısından özellikle düşük gelirli çalışanların risk altında olduğunu, firmalar açısından ise faaliyet gösterdikleri sektörlere bağlı olarak etkilerin değiştiğini söylemek mümkündür. Gündelik ücretle çalışanlar veya krizin öncelikle etkilediği sektörlerde çalışanlar, bu dönemde önemli bir gelir kaybı yaşadılar Sektörel olarak turizm, seyahat, restoran ve kafeler başta olmak üzere kısacası hizmet sektöründe ardından diğer sektörlerde özellikle KOBİ’lerin satışları durma noktasına geldi. Özellikle genç istihdamının yüksek olduğu bu işyerlerinin kapalı kaldığı sürelerin uzaması işsizlik ve sosyal sorunların giderek artmasına yol açacaktır. 


Diğer taraftan, tüketicilerin hem gelir kaybı yaşamaları hem sosyal izolasyon nedeniyle tüketim alışkanları ve davranışları değiştiği gözleniyor. Bu süreçte online alışveriş miktarları artarken, dışarda yeme alışkanları değişmeye başladı, eğlence harcamaları sıfıra yaklaştı ve tekstil talebi düştü. Ayrıca, kriz nedeniyle insanların gelecekleri için tasarruf yapma kaygıları tasarruflarında artışa yol açıyor. Özellikle tasarruf artışları salgın sonrası için de normalleşmeyi yavaşlatma potansiyeli taşıyor. Bu noktada KOBİ’lerin süreci sağlıklı bir şekilde atlatabilmesi ve işsizlik nedeniyle gelirlerini kaybeden ailelerin korunması için seçici politikaların hayata geçirilmesi gerekiyor. Devletin krize müdahalesi sırasında özellikle gelir kaybı yaşayan kesimleri ilk planda hedef alması, normalleşme sürecinde ise KOBİ’lerin faaliyetlerini sürdürebilmesi için araçlar geliştirmesi gerekiyor. Ancak, burada zaten borç stoku yüksek olan ekonomi için istismarların önüne geçecek ve seçici destekler uygulanmalı.




Büyük Paradigma Değişimi Beklemek Doğru Olmaz

Kuşkusuz öncelik insan sağlığıdır.  Alınacak önlemlerle salgının daha da fazla yayılması engellenecek ve ölüm oranları düşürülecektir. Ancak, yaşadığımız bu kriz salgın sonrası da hayatımızda ve piyasalarda etkilerini devam ettirecektir. Özellikle turizm, seyahat ve yurt dışı eğitimi gibi insan hareketliliğine dayanan sektörlerde normalleşme diğerleriyle karşılaştırıldığında daha uzun sürecek ve insanların endişelerinin giderilmesi kolay olmayacak. Diğer taraftan, bu kriz nedeniyle büyük iktisadi ya da paradigma dönüşümleri beklemek de yanlış olacaktır. Bu anlamda, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki sanayileşememe, iç tasarrufların yetersiz olması ve dış borçlar gibi kronik sorunların hemen çözüleceği düşünülmemeli. 


Bu bağlamda, ekonominin yeniden normale dönerken nasıl bir yol izleyeceği hakkında öngörüler yapılmakta U veya V şeklinde mi olacağı tartışılıyor. Diğer bir ifadeyle, ekonomik durgunluk dip yaptıktan sonra bir süre bu noktada devam edip mi normale dönecek yoksa dip görüldükten sonra hızlı bir şekilde mi toparlanacak konusu hala tartışılıyor. Halen kriz devam ettiği için bunlar hakkında tahminler yapmak zor. Salgının ve kapalı piyasaların ne kadar süreceği geleceği de şekillendirecek. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin hali hazırda var olan borç stoku orta vadede yeni krizlere kapı açacaktır. Bundan dolayı, acil olarak politika önlemlerinin alınması gerekse de uzun dönemli bir politika planı da oluşturulmalı. Orta ve uzun vadede uluslararası finans kuruluşlarına olan bağımlılığın ekonomi politikalarında daha derin sorunlara yol açması mümkün gözüküyor.




Bundan Sonra Ne Olacak: Küreselleşme mi Kapalı Ekonomiler mi?

Son olarak, küresel piyasa organizasyonu hakkında kısa bir değerlendirme ile bu yazıyı sonlandırılabiliriz. Çin’de başlayan salgının, küresel bir salgına dönüşmesi, mevcut kurumsal yapının ve özellikle Çin’in tek tedarikçi olması konusunu tartışmaya açtı. Ülkelerin daha kapalı ve kendine yeterli üretim yapısına doğru evirileceği beklentileri söz konusu oldu. Bu noktada, sanayi devriminden Çin devrimine doğru gelinen sürece bakıldığındaysa daha kapalı ekonomilere doğru ters bir evrimin zor olduğu görülüyor. Özellikle, burada çok uluslu şirketlerin örümcek ağı gibi işlediği küresel yapılar göz önünde bulundurulursa ulus devletlerin içe dönüşü uzun vadede çok zor olacaktır. Covid-19 gibi salgınların “küreselleşme” ile daha hızlı yayıldığı ve arz zincirinin bozulması nedeniyle tüm ülkelerin ekonomik krize yakalandığı göz önünde bulundurularak daha kapalı ekonomilerin oluşmaları gerektiği iddia edilebilir. 


Ancak, diğer taraftan bakıldığında, küreselleşme olgusu her yönü ve boyutuyla gerçekleşmediğinde ise sorunların hızlı bir şekilde büyüdüğü de söylenebilir. Küresel organizasyon eksikliği; ulus devletlerin, -Çin’de hastalığın ilk aylarda diğer ülkelerden gizlenmesi gibi- bilgi saklamaları; kriz durumunda ülke sınırlarının diğer ülkelerle koordine olmadan kapatılması gibi hususlar küreselleşmenin daha da artırılmasının gerekliliğini gösteriyor. Ana akım düşüncede ya da yeni kurumsal iktisat gibi ana akım dışı okullarda firmalara özel bir önem atfedilir. Burada tartışmayı teorik çerçeveye çekmeden, şu iddia edilebilir; firmaların giderek ulus üstü bir nitelik kazanmaları firmalara yönelik alınması gereken önlemlerin de ulus üstü olmasını gerektirir. Her ne kadar kısa dönemde küreselleşme karşıtı önlemler öne çıksa da orta ve uzun vadede küresel kurumların daha etkin olacağı yaygın bir kanaat olarak önümüze çıkıyor.

DESTEKLEYEN KURULUŞLAR

DİĞER SİTELERİMİZ